Satırlardan Sadırlara…Hafızlık

Hıfz Etmek, Muhafaza Etmek

Kur’an, kendisinden önceki hiçbir ilahî kitabın mazhar olmadığı bir hususiyete mazhar olmuş ve günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan gelmiştir. Bu ilahî kitap, hem Kur’an, yani okunan; hem de Kitap, yani yazılan olması hasebiyle bin dört yüz seneyi aşkın yaşamış, bir noktasında dahi değişiklik ve tahrife uğramamıştır.

Kur’an, nazil olduğu ilk günden itibaren sadr-ı Muhammedîde hıfz ve kıraat edilen ve vahiy kâtipleri ile yazıya geçirilen, ardından sahabe, tabiin, tebe-i tabiin üzerinden zamanımıza değin okunan, hafızalarda saklanan, sadırlarda kıraet, satırlarda kitabet edilen bir Kelamullahtır. Sadırlar ve satırlar daima birbirini destekleyip kontrol ederek Kur’an’ı orijinal şekli ile yirmi birinci asra kadar taşımıştır ve taşımaya da devam etmektedir. Bu özelliği ile Kur’an yeryüzünde benzeri olmayan bir kitaptır. O, diğer semavi kitaplardan farklı olarak, indirildiği zaman içinde hem yazılmak, hem de ezberlenmek suretiyle muhafaza altına alınmış ve o günden bugüne kadar da aynı metotla (hem yazılarak, hem hıfz edilerek) nesilden nesile intikal etmiştir.

Yüce Allah: “Kur’an’ı biz indirdik, onun koruyucusu da elbette biziz!” (Hıcr, 9), buyurarak, onu muhafaza altına almıştır. Bu korumanın nasıl gerçekleştiği üzerinde düşündüğümüz zaman, önümüze önce Kur’an’ın ezberlenmesi vakıası çıkmaktadır. Elbette, Kur’an’ın ilahî kudret tarafından muhafazası, müminlerin onu hıfz etmesi üzerinden gerçekleşmektedir. Kur’an diğer kitaplar (Tevrat ve İncil) gibi tahrif olmadan varlığını sürdürüyorsa, bunu sağlayan en önemli unsurun, Allah Teala’nın bu ümmete verdiği Kur’an’ı hıfz ederek muhafaza etme hassasiyeti olduğunu inkâr etmek mümkün değildir. Gerçekten Müslümanlar, Kur’an’ın muhafazasını her şeyden üstün tutmuş ve “hıfz etme”yi “muhafaza etme”nin ayrılmaz bir parçası, olmazsa olmazı olarak görmüşlerdir.

Müslümanların hıfz ederek muhafaza etme hususiyeti sadece Kur’an-ı Kerim bağlamında kendini göstermemiştir. Bu ümmet, Rasul-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz’in hadislerini de hıfz etmede aynı hassasiyeti göstermiş, yüzbinlerce hadisi hafızasına almış, böylelikle İslam coğrafyasının her tarafında Kur’an hafızları gibi, hadis hafızları yetişmiştir.

Kur’an’ın Canlı Şahitleri: Hafizlar

Hafız ise hıfz eden, yani ezberleyerek muhafaza eden… Ancak hafız, sadece Kur’an-ı Kerim’in lafzını hafızasına alıp beynine ve belleğine hapseden değil, manasını da kalbine ve beden ülkesine nakşedip cihana hâkim kılarak koruyan, hükümlerini muhafaza eden, lafız ve manasını sinesinde himaye edip, siretinde, gönül aynasında seyredip devamlı gözeten kişi… Yani, hafız; yaşayan ve yürüyen Kur’an… Gönderilen Gönderen’in kadrince olduğuna göre; Gönderilen’i yüklenen…

Kur’an’ı ezberleyen hafızlar onun sözlerini saklayan yazı, bilgisayar, CD, DVD, mp3, flash bellek, ses bandı ve video kaseti gibi herhangi bir cansız hafızadan bütünüyle farklı değerlerdir Çünkü onlar, mekanik hafızalar ve benzeri şeyler gibi yalnızca cansız simgelerle doldurulmuş değildirler

‘Hafızu’l-Kur’an’ veya ‘hafız-ı kelam’ ya da çoğul ifadesiyle ‘huffaz-ı kiram’ dediğimiz hafızlar; özellikle İslam’ın ruhu ile de yüklüdürler ve onlar, ayet ve sureler arasındaki gerekli ilişkileri kurup, icap ettiğinde canlı olarak tekrarlayabilen, Kelamullah’ı hâl eyleyen biricik değerlerimizdendir. On dört asırdır olduğu gibi bundan böyle de yine onlar; “Kur’an’ın canlı şahitleri” olarak nesillerden nesillere Kur’an’ı aktaracaklardır

Bir Sevdadır Hafızlık…

Öyle bir Kitap ki, Şan-ı Azim, Kur’an-ı Azimü’ş-Şan! Bir harfine on ecir; sonu sonsuz rıza! Tekrarlanan her ayet-i kerime, hıfzı için dökülen her gözyaşı, her ter damlasına paha biçilmeyen inciler deryası… Hıfza gönül vermiş zihinler! Diller, ‘gönüllü zihinlere’ tercüman sadece… O’nu hıfzeden sadece zihin değil, gönüldür aslında…

Bir sevdadır hafızlık… Hafız geceyi kıraatle sonlandırır. Elinde Mushaf, dilinde ayet… göz ve gönül hep beraber ayet olmuştur…

Göz ucuyla sayfayı takip ederken, gönül sayfasından okumaya çalışır. Rahle sanki seccadesi gibidir, Edeple diz çökmüştür sanki tahiyyatta gibi.. Her bir ayeti, kelimesi ve durağıyla beraber yeniden yazar gönül sayfasına.

Bir sevdadır hafızlık… Hattatlar kalem ve mürekkeple yazarken, müzehhipler renklerle onu taçlandırırken, hafız dili ve nefesiyle yazar Kelamullah’ı kalp aynasına…

İşte Bir Kur’an Sevdalısı…

Âmaydı gözleri hayata, görmüyordu renkleri, gün batımını, yakamozları, görmüyordu sesini duyduğu dostları, görmüyordu. Ama istiyordu, o ilahî mektubu okumayı hasretle istiyordu. Her şey silinmişti artık hafızasından, tüm zorlukları aşmaya hazırdı ve bir gün “bismillah” deyip başladı en alt basamaktan.

Öyle bildiğimiz gibi değildi harfleri, elifleri dik, be’leri yaygan değildi. Her şey noktaydı, kabarık kabarık noktalardan oluşurdu harfleri. Bir nokta, bir harf, iki nokta başka harf…Gözü parmak ucundaydı. Önce harfler, sonra kelimeler, sonra sureler… Okudukça coşuyor, arzusu artıyordu. Okuyordu artık, lakin yetmiyordu, daha çok okuyor, daha çok istiyordu. Bir gün dedi ki; “Bu böyle olmayacak, gönlüm okumakla doymayacak, en iyisi ezberlemek, hıfz etmek…”

Artık o bir hafız adayıydı. Sevdaya düştü ya bir defa, geceleri uykusunu, gündüzleri yemeğini, dinlenmesini feda ediyor, daldıkça dalıyordu Kur’an ummanına… Hastalık engel değildi ona, şifası oydu, ondaydı.

O, bir âmaydı. Öyle bir göz atıp geçemezdi ezberlediği sayfaları… Her bir harfine dokunması gerekti. Yanlışını gözleriyle değil, elleriyle arıyordu. Dedik ya; o sevda yolunun yolcusuydu.

Ve bir gün hıfz etmişti Kelamullahı… tüm harflerine dokunmuş, hepsini nakşetmişti yüreğine.. Kelamullah zihnindeydi, fikrindeydi ve şimdi yüreğine değmişti…

Hafızın Duası

Ya Rab, harf harf, kelime kelime hafızamızda bulunan “Kelam-ı Kadim”in hakkına sığınarak sana yalvarıyoruz. Bize kelamını lütfettin, onun hadimi olduk. Bu nurunu elimizden alma Allah’ım!…

Yüreğimizdeki en kıymetli emanetine bizi layık eyle! Gözümüz, Kitabını okumakla nurlansın, gönlümüz onunla inşirah bulsun! Kimseler hatırımızı bilmezken, hatırımızı bilip bizi yokluktan varlığa çıkaran Halikımız, hatırımızı saydığın için hatırlayabilen zihnimizi, kelamının hıfzı için kullandık. Bizi hatırladığımız kutlu kelamının her harfi hatırına, burada da orada da iyiler arasında hatırlananlardan eyle…

Kimselerin bizi anmaya değer bulmadığı, unutulduğumuz o devirlerden bizi rahmetinle çekip çıkardın, insan eyledin, anılmaya değer kıldın ey Rahman. Bize andığımız, anladığımız her Kur’an ayetinin anlamını giydir, bizi kelamının diriltici gücüyle ayağa kaldır. Adımızı hep Kur’an’la andır.

Başkalarının bizi sevmeye değer bulmadığı, arayıp sormadığı, kapılarda beklemediği, bir yere çağırmadığı zilletli haller içinden çekip de kelamının muhatabı eyledin. İşitir, konuşur ve anlar eyledin. Kelamını dilimize şeker gibi tatlı eyle, ayetlerinin tilavetiyle dudağımıza suların dokunuşu gibi serinlikler bahşet. Kur’an’la geçirdiğimiz anları, ayetlerini anlamaya ayırdığımız geceleri ve gündüzleri en sevimli anlarımız eyle.

Kelamını nefesimizde meltemler gibi taşıyoruz ey Rabbimiz. Nefeslerimizi hidayet rüzgârları eyle. Kur’an’ını zihinlerimizde ırmaklar gibi akıtıyoruz ey Rabbimiz. Zihinlerimizi Seni tanımanın sonsuz denizine vasıl eyle. Ayetlerini kalbimizde rahmet yüklü bulutlar gibi gezdiriyoruz ey Rabbimiz. Kalbimizden çorak gönüllere yağmurlar hâsıl eyle.

Lafzının hafızı olduğumuz Kur’an’ın manasına da muhafız eyle bizi.

Hâlimizi Kur’an’ca eyle. Sözümüzü Kur’an’dan eyle. Özümüzü Kur’an’la süsle. Yolumuzu Kur’anlı eyle. Yüzümüzü Kur’an’a dönük eyle. Ahlakımızı Kur’an’ın ahlakı eyle.

Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi Haziran 2009 sayısında yayınlanmıştır.

 

Dr. Ömer Menekşe
DİB Derleme ve Yayın Şubesi Müdürü