TARİH BOYUNCA İNŞA EDİLEN HAYIR KURUMLARI

Vakıflar Türk-İslam dünyasının her yerinde milli vicdandan birer güzellik, şefkat abidesi seklinde doğmuş ve yükselmiştir. Kurulan vakıflarla gördürülen hizmetler çok çeşitlidir Yurdun onarımı, düşman saldırısından korunması, sosyal adaletin sağlanması gibi ana hedeflere yönelik olan vakıfların kuruluş amaçları daha çok sosyal amaçlıdır.

Tarihe dönüp bakarsanız, ecdadımızın fethettikleri şehirleri yakıp yıkmak yerine, vakıflar kurarak ihya ettiklerini görürsünüz. Camiler, medreseler, kervansaraylar, darüşşifalar, hamamlar, bedestenler ve çarşılar. Ve daha niceleri… Zaten müslümana yakışan bu değil mi: İnsanı inşa etmek için bir medeniyet inşa etmek.

Ecdadımız vakıf sistemi ile hem yaşadıkları mekanları, hem de kendi gönüllerini zenginleştirdiler. Akla gelebilecek her alanda, insana ve hayvanlara hizmet edecek vakıflar oluşturdular.
Bu vakıfların kuruluş maksadını anlatan kitabelerde bir medeniyetin ruhu yansır. Yeryüzünde ne için bulunduğunu bilen, mahluka hizmetin Halik’a hizmet olduğunu kavramış, dünya hayatını ebediyetin tarlası olarak gören bir ruh. O kitabelerde bir kaygıyı da hep görürsünüz; hizmetin aksamadan devamı kaygısını.

İslam tarihinde vakıflar, insanların ve başka canlıların faydasına olan çeşitli hizmetleri yerine getirmek üzere kurulmuştur. Osmanlı’da en ücra coğrafyalarda yaşayan insanların sosyal ihtiyaçlarını karşılamada ve hayat standartlarını yükseltmede en tesirli unsurlardan birisi de şüphesiz vakıf müesseseleri olmuştur.

İlk vakfın Rasul-i Ekrem (s.a.v) tarafından kurulduğu rivayet edilir. Kaynaklarda bildirildiği üzere, Muhayrık isimli yahudi bir zat Uhud harbine katılmış ve ölümü halinde bütün mallarının Peygamber Efendimiz(s.a.v)’e teslim edilmesini, O’nun da dilediği şekilde bu malları kullanmasını vasiyet etmişti. Muhayrık vefat edince, Efendimiz (s.a.v) de ondan kalan bahçeleri çeşitli hayır işlerine vakfetmişti.

Mallarıyla ilk vakfın yapıldığı Muhayrık’a gelince; garip ve derslerle dolu bir tecelli, müslüman olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi bulunmuyor.

Dinimizdeki vakıfla ilgili hükümlere kaynaklık etmesi bakımından şu olay önemlidir:
Hz. Ömer (r.a), Hayber’deki arazisiyle ilgili olarak Efendimiz (s.a.v)’e müracaat ediyor. Bu arazinin çok kıymetli olduğunu belirttikten sonra, ne yapacağı hakkında Allah’ın Elçisi’nden tavsiye istiyor. Efendimiz (s.a.v) de “Onu dilediğin şekilde kayıt altına al, gelirlerini ise tasadduk et!” buyuruyor. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) o araziyi satılamayacak, hibe ve miras olunamayacak şekilde insanların faydalanmasına bırakıyor. Bunu yaparken de, araziyle ilgili görevlilerin bu arazinin mahsullerinden aşırıya kaçıp ticaret yapmamak kaydı ile yemesinde ve arkadaşlarına yedirmesinde sakınca olmadığını, fakirlere, miskinlere, yolculara, kölelere, esirlere, Allah yolunda cihad edenlere ve kılıç ehline tasadduk ettiğini açıklıyor.
Hz. Peygamber (s.a.v) Medine’deki hurma bahçesini vakfedip, hasılatını İslam’ın müdafaası ve acil ihtiyaçlara tahsis etmiştir. Fedek hurmalığını da yolculara vakfettiğini biliyoruz. Ashab-ı Kiram da O’nun yolundan yürüyerek çeşitli vakıflar kurarak insanlığa hizmette yarışmışlar. Mesela Cabir (r.a): “Ben, muhacir ve ensardan mal ve kudret sahibi bir kimse bilmem ki vakıf ve tasaddukta bulunmuş olmasın.” diyor.

Tarih boyunca vakıflar toplum hayatında önemli roller üstlenmiştir. Müslüman toplumlarda vakıflar, devletin yetişemediği alanlarda, kamu hizmet ve yatırımlarını tamamlayıcı sivil inisiyatif ve örgütlenmeler olarak faaliyet göstermişlerdir.

Yapılan bütün hayırların ve çalışmaların sadece ve sadece Allah Teala’nın rızasını kazanmak olduğunu bu düstur ile hareket edenlerin kurtuluşa erenler zümresinden olduğu bilinmelidir.
Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak etmedikçe birre eremezsiniz.”

Bir Müslüman’ın sıkıntısını gidermeyi dünya dolusu altın ve gümüşe tercih edenlerden bize kadar gelen bu fazilet geleneği, kaynağını o mümtaz kitaptan alıyorsa devamlılığını da elbette ki aynı kaynaktan sağlayacaktır. Ayet-i kerimelerde şöyle buyrulur: “…Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır…”
“…Sonra anaya, babaya,akrabaya,yetimlere,yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez.”
“Sakın yetimi ezme”
“…öksüz kızlar ve zavallı çocuklara ve bir de yetimlere adaletle davranmanız hakkında Kitap’ta size okunan ayetler vardır. Sizin her yaptığınız iyiliği, muhakkak Allah bilir.”

Zikredilecek pek çok ayet ve hadis olmakla birlikte hizmet ve hayır seferberliği olan vakıf medeniyetimiz, şefkat ve merhamet titizliğimiz böyle başlamış oldu.